“Bankacılık Sektörü Hakkında Genel Değerlendirme” 

İstanbul Kültür Üniversitesi Meslek Yüksekokulu, “Bankacılık Sektörü Hakkında Genel Değerlendirme” başlıklı e-seminer düzenledi. Moderatörlüğünü Bankacılık ve Sigortacılık İkinci Öğretim Program Başkanı Öğr. Gör. Ayşegül Berrak Köten’in üstlendiği etkinliğe Nurol Yatırım Bankası A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Ziya Akkurt konuşmacı olarak katıldı. 

Pandemi döneminde bankacılık sektöründe alınan önlemlerin ve verilen desteklerin yeterli olup olmadığını değerlendiren Akkurt, aslında olayların temelinin 2008 yılına kadar dayandığını, 2008 yılında muhtelif siyasi ve ekonomik kırılmalar ile dünyanın bu işin içinden çıkamadığını ve akademik anlamda bu sıkıntıyı aşmak için kapsayıcı bir ekonomi teorisinin üretilemediğini ifade etti. 2008’de finansal sistemin neredeyse çöktüğünü hatırlatan Ziya Akkurt pandemi öncesindeki ekonomik konjonktür hakkında kısaca bir değerlendirmede bulundu. Mart 2020’de ABD’de resesyondan bahsedildiğini, bu kadar sisteme para enjekte edilmesine rağmen işin içinden çıkılamadığını ve FED Başkanı Powell’ın, Trump’ın söylediklerine uyup faiz indirmeye başladığını hatırlattı. Pandemi ile verilen paraların yetmediğine, faizlerin de neredeyse sıfıra kadar çekildiğine dikkat çekti.

“2008 krizi başlarında FED’in bilançosu 800 milyar dolar civarındaydı, 2012’lerde 4 trilyon dolara dayandı. Daha sonra 3.8 trilyon dolara çektiler ama daha fazla düşüremediler. Enflasyon yaratamadılar.” ifadelerini kullanan Akkurt, Avrupa ekonomisi için de benzer durumun geçerli olduğunu vurguladı. Konuğumuz, şu anda FED’in bilançosunun 8 trilyona doğru gittiğini, bu şekilde sürmesi halinde ise 10 trilyon doları bulacağını söyledi.

ABD’nin 20 trilyon dolarlık GSYH’sinin yarısının likit olarak sistemin içinde dolaştığının altını çizen Akkurt, “Burada ekonomik teorilerin tıkandığını, ileriye gidemediğini görüyoruz. Sistem tıkandığında ilk sarsıntı yaşayan ve göreve çağrılan sektör finans sektörü olur. Pandemi krizi ortaya çıktığından beri bankalar borç erteleme, yeniden yapılandırma gibi yöntemlerle sistemi ayakta tutmaya çalışıyor.” diye konuştu.

Ziya Akkurt, Temmuz ve Ağustos aylarında ülkemizde çok ucuza kredi dağıtıldığını, insanların ev, araba almaya yüklendiklerini ve fiyatların da şiştiğini anımsattı. Akkurt, hem ülkemizde hem de dünyada yaşanan pandemi ile hızlanan daralmanın ve gelir dağılımı eşitsizliğinin çözümü için bu sürecin sonunda yeni bir ekonomik modelin ortaya çıkabileceğinden bahsetti.
 
Aktif rasyosu uygulamasını ve kaldırılma kararını da değerlendiren Ziya Akkurt, aktif rasyosunun tamamen zorlama bir olay olduğunu ve çıktığı günden beri aktif rasyosu uygulamasını eleştirdiğini belirterek, sözlerine şöyle devam etti: “Özellikle ağustos ayından sonra kamu bankaları da sıkı para politikasına uymaya, kredi vermemeye başlamıştı. Önceki ekonomi yönetiminin aldığı kararlar dolayısıyla ekonomiyi kredi vermek suretiyle büyütme amacı vardı. Oysa Türkiye’de para bolluğu olunca, her zaman para dövize gider, altına gider veya emtia ürünlerine kayar. Bu da kuru bir daha artırır, enflasyonu bir daha tetikler. Yani kendi kuyruğunu yiyen bir canavar gibi… Dolayısıyla özel bankaları kredi vermeye zorlamak adına aktif rasyosu uygulaması konulmuştu. Siz kamu bankalarına bu uygulamayı getirebilirsiniz, ancak uluslararası yatırımcıların ortağı olduğu özel bankalara bu uygulamayı getirmek doğru değildi. Burada bankalar bu dönemde kredi vermek yerine Hazine bonolarını tercih ettiler. Yılbaşından eylül ayı sonuna kadar bankaların kredileri yüzde 33, mevduatları yüzde 33, aktifleri yaklaşık yüzde 32 civarında, ama öz varlıkları yüzde 15 arttı. Öte yandan menkul değerler cüzdanı yani Hazine bonolarının bulunduğu portföy yüzde 58 artmış. Şu sırada faizler yükseldiği için, sabit kuponlu aldıkları bütün Hazine bonolarından bankalar zarar yazıyorlar. Sonuç olarak aktif rasyosu uygulaması bir işe yaramadı.”

31 Aralık itibarıyla aktif rasyosu uygulamasına son verileceğinin açıklanmasının isabetli bir karar olduğunu söyleyen Ziya Akkurt, bankacılık sektörü hakkında merak edilen diğer soruları da yanıtladı:

Hazine’nin 10 yıllık tahvil ihracının devamı gelir mi? Sizce bu durum, TL cinsinden iç borç stokunun maliyetini de yeniden uzatabilir mi?

Devam edebilir ama bu son alınan Hazine bonolarını kimlerin aldığı çok önemli. Uluslararası yatırımcılar ve özel bankalar var mı, yoksa sadece kamu bankaları ve kamu kuruluşları mı aldı, bunun kompozisyonu çok önemli. Ama bir başlangıçtır, inşallah devamı gelir. Özellikle 2018’den sonra kısa vadeli borçlanmaya gidildi. Bunun iki nedeni var: Birincisi, uzun vadeli borçlanma yapılamadı. İkincisi de faizler o kadar yüksekti ki, zaten uzun vadeli borçlansa Hazine’nin mali dengesi bütçede faize ödenen kalem çok yüksek olacaktı. Biz 15 Temmuz 2016’dan sonra bütçe disiplinini bozduk. Hadi o günkü şartlarda bu gerekiyordu diyelim, geçici olarak yapabilirdik ama devam ettirildi. 2017’den itibaren kur başını alıp gitmeye başlayınca yavaş yavaş, 2018’de de bir gecede yüzde 35 civarında eridi Türk Lirası. Umuyorum bu yeni dönemde, biraz daha farklı politikalar uygulanmak suretiyle, para arzının biraz kısılması ve mali politikalarla da bunun desteklenmesi suretiyle belli bir dengeye ulaşırız.

Sizce zorunlu karşılıklarla ilgili bir revizyon yapılmalı mı?

Bence revizyon yapılması gereken konulardan bir tanesi de zorunlu karşılıklar. Zorunlu karşılıkları artırmakla parayı kısacaklarını düşündüler. Yalnız burada şöyle bir nokta var, benim iddia ettiğim konu, alınan önlemler hep finans sektörünü kısmak ile ilgili önlemler. Peki dövizi kim alıyor?  Normal vatandaşlar, peki TL’ye olan ilgiyi artırmak için ne yapıldı, maalesef şu an için yapılanlar henüz yeterli değil. Şimdi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kalkıp da döviz yerine TL’yi tercih etseydi zaten olay bu duruma gelmeyecekti. Şimdi biz faiz yükseltirken, munzam karşılıklara uygulanan faizlerin de artırılması lazım. Bankalar faiz vermeyince, vatandaşların döviz almayacağını zannetmek gibi bir boşluğa düştüler. Kimse dövizden aldığı faize bakmıyor, mühim olan ana parasının ne kadar değerlendiğini veya paranın enflasyon karşısında erimemesini sağlamaktı. Umarım aktif rasyosundan sonra, bu zorunlu karşılıklar ile ilgili düzenlemeler de yapılacaktır.

Ülkemizde bankacılık sektörünün güçlü olmasının nedenlerinden biri de geçmiş krizlerden alınan dersler… Deneyimli ve başarılı bir bankacı olarak, sizin ülkemiz bankacılık sektöründe gördüğünüz en önemli risk nedir?

Şu anda en büyük risk bankaların aktif kalitesi. 2018’de döviz kurunun aniden yükselmesi, başta enerji sektörü olmak üzere dövizle borçlanan ama TL geliri olan sektörlerden dolayı, bankaların aktif kalitesi maalesef kötüleşti.  Şu anda yüzde 5’e yakın problemli krediler görünüyor ama özellikle ikinci dereceye atılan, suni teneffüsle entübe edilen, zorla yüzdürülen bir sürü firma var. Pek çok büyük firmanın yeniden yapılandırmaları var. Krizden çıktıktan sonra, iş döner dolaşır bankalara gelir. Şu anda da bu iş bankaların üzerinden götürülmeye çalışılıyor. Alınan önlemler ile ekonomiyi çok zora sokmadan, bankacılık sektörü bu işin içinden çıkabilir diye umuyorum. 

Uzun vadeli yatırımlar için sizce konjonktür uygun mu? Türk varlıklarının ucuzlaması, özellikle yabancı yatırımcı için cazip değil mi?

Uzun vadeli yatırım, gayrimenkulün dışında biraz zor. Ama bu sadece Türkiye’ye özgü bir durum değil. Pandeminin şu anda dünyada ne büyüklükte bir tahribat yarattığını kimse bilmiyor. Ne Türkiye’de ne de dünyada… Şu anda işsizlik yüzde 13’lerde görülüyor ama aslında şu an çalışamayan bir sürü insan var. İşten çıkarma yasakları kalkınca ne olacak, bilemiyoruz. Yurtdışına bakıyorsunuz, aynı durum mevzubahis. Başta İtalya’da ve İspanya’da olmak üzere, bir sürü kuruluş bir daha açılmayacak. Dolayısıyla gayrimenkul dışında uzun vadeli yatırım düşünmek biraz zor gözüküyor bu dönemde. 

Bankacılıkta kredi büyümesi hakkındaki görüşlerinizi bizlerle paylaşabilir misiniz?

Kredi büyümesi yavaşladı zaten. Bundan sonra da yavaşlamaya devam edecek. İki neden var: Birincisi, firmaların borçlanma kapasitesi düştü; ikincisi, bankalar ilerisini göremedikleri için çok kolay kredi veremiyorlar. Meydana gelebilecek problemli krediler, sermaye yeterlilik rasyolarını düşüreceğinden dolayı çok rahat değiller. Eğer Hazine bonoları, kurların güncellenmesi, kredi faizlerinin belli noktalarda tutulması olmasaydı çok daha farklı bir tabloyla karşılaşacaktık. O yüzden ben çok fazla ileriye dönük bir kredi artışı öngörmüyorum. Başkası daha optimist düşünebilir ancak ben biraz pesimistim bu konuda. 

Yabancı yatırımcıları ülkemize çekebilmek için ne gibi düzenlemeler yapılmalı?

İstikrarlı bir ortamın olması yeterlidir. İki tür yatırımcı vardır. Biri portföy yatırımcıları, kısa süreli gelirler. Borsada yabancı kağıtlarının payı tarihsel olarak yüzde 63 seviyesindeyken, bu oran bu dönemde yüzde 50’nin altına düştü. Neden? Çünkü çıkıp gittiler. Asıl bizim düşünmemiz gereken şu: Doğrudan sabit sermaye yatırımları… Yani gelip burada fabrika kuruyor mu, şirket kuruyor mu, burada değer yaratıp yurtdışına ihraç ediyor mu? Bunun için istikrar gerekiyor, hukuk konusunda çok dikkatli olunması gerekiyor. Enflasyonun belli makul seviyelerde olması lazım. 1 milyon dolar getirdiğinizde, bir süre sonra bunun değeri 500 bin dolara düşüyorsa siz yabancıyı getiremezsiniz. Bir de bir konuya daha dikkat çekmek istiyorum: Tabii yabancı gelsin de, biz yurtiçindeki yatırımcıya niye hiç değer vermiyoruz?  Yabancı yatırımcı şöyle bakar, bir insan kendi ülkesine yatırım yapmıyorsa, ben niye gideyim orada yatırım yapayım? Yabancı yatırımcı konseptini düşünürken, yerli yatırımcıyı küstürmememiz, özendirmemiz gerekiyor.

Türkiye’deki yatırım bankacılığını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’de yatırım bankacılığı adına bir şeyler yapılıyor ama arzu edilen, olması gereken düzeyde değil henüz. Neden? Çünkü şu andaki mevzuat, yatırım bankalarını özellikle denetleme tarafında diğer bankalarla bir tutuyor. Diğer yandan, SPK’nın çatısı altında değerlendiriliyor. Öncelikle bunun ele alınması lazım. Dünya çapında bildiğimiz yatırım bankaları, yüzyılı aşan birikime sahip, derinliği olan kuruluşlar. Bizim maalesef sermaye piyasalarımız bile oldukça sığ durumda. Bunlar geliştikçe ancak yatırım bankacılığı gelişebilir. Önemli bir nokta da şu: Özel sektör tahvilleri piyasasının gelişmesi gerekiyor. Çünkü bununla ilgili mekanizmalar bir türlü kurulmadı. Nedir o mekanizmalar? Rating… Tahvil satacak firmanın ratinglerinin bilinmesi lazım, halka açık olması lazım. 

Türkiye bankacılık sektörünün yapısal sorunlarını çözmek için sizce nasıl bir yol izlenmeli?

Gerek özkaynak gerekse fonlama konusunda yapılacak şey, tabii sadece bankaların elinde değil bu, yatırımcı için güven ortamının yaratılması gerekiyor. Biz dövize yüklendikçe aslında, servetimizi yurtdışına transfer ediyoruz maalesef. O açıdan kendi paramıza yatırıma güvenin oluşturulması gerekiyor. Klasik bankacılık sistemine göre ülkeler kendi para hareketlerini Merkez Bankası aracılığıyla izleyebiliyorlar.

Kripto paralar dolaşımının ise bankacılık sistemi haricinde yapılabiliyor olması, finans sistemini nasıl etkiliyor? Özetle, kripto paralara bakışınız nedir?

Kripto paraların en büyük tehlikesi, nerede olduğunun belirsiz olması. İnsanlar bunu alıyor, satıyor, hatta bazen kara para aklamada kullanılıyor. Hiçbir yargı hukukuna tabi değil. Ülkeler arası değil, ülkeler üstü bir yapı durumunda. Belki 20-30 yıl sonra finansal sisteminin ülkelerin tahakkümünden çıkması da mümkün olabilir. Ancak yarın öbür gün bir sorun çıkığında, bunu kimle çözeceksiniz? Hiçbir yasal dayanağı olmadığı için bunu götürebileceğiniz mahkeme yok. O açıdan bu kripto paralar, biraz sanal bir yatırım ürünü olarak dönüp dolaşıyor ve yine dolara refere ediliyorlar. Şu an için sağlıklı bir yapı olduğunu söyleyemem. 

Türkiye’de dijital bankacılığın gelişimini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dünyada neredeyse her alanda giderek artan dijitalleşme süreçleri, bankacılık ve finans sektörlerinde dikkat çekiyor. Çünkü, nedense bankalara ve özellikle de şubelere karşı, hele hele Türkiye’de bir alerji var. Öte yandan pandemi ile birlikte reel sektör tarafında da özellikle perakende de online satış, e-ticaret hızla arttı. Belki de pandemi öncesine göre hem reel sektör hem de bankacılık tarafında dijitalleşme ikiye katlandı. Bu ivme daha da böyle devam edecek. 

Yatırım bankacılığı ve kurumsal finansman alanında çalışmak isteyen öğrencilere tavsiyeleriniz nelerdir?

Kurumsal finansman da ekonominin derinliği ile bağlantılı bir alan. Kurumsal finansmanda en önemli konu yönlendirici olabilmektir. Sermaye piyasaları geliştikçe, yatırım bankacılığı da kurumsal finansman uygulamaları da genişleyecek. Hem kamuda hem de özel sektörde gelişecek bir alan olarak görüyorum. Zaten sorun şu: Türkiye’deki bütün finansman bankacılık sektöründen, yani borç piyasalarından karşılanıyor. Oysa tahvil ve bono piyasalarının da büyümesi gerekiyor. O zaman bu krizlere olan dayanıklılığımız da artar diye düşünüyorum. 
Kurumsal finansman alanında çalışmak isteyen öğrencilerimiz için Ziya Akkurt, piyasaları yakından takip ederek güncel gelişmelerden haberdar olmaları ve akademide öğrendiklerini pekiştirmek amacıyla kendilerini sürekli geliştirmeleri ve kendilerine şimdiden yatırım yapmaları konusunda öğrencilerimize tavsiyelerde bulundu. Ayrıca Akkurt, öğrencilerimizin sermaye piyasası mevzuatını bilmelerinin ve bu konudaki lisanslama sertifikalarını da şimdiden almalarının onlara değer katacağını ifade etti. 

Nurol Yatırım Bankası A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Ziya Akkurt’a e-seminerimizde paylaştığı değerli bilgiler için çok teşekkür ederiz…


Son Güncelleme Tarihi: Pt, 05/17/2021 - 00:12